6 Eylül 2013 Cuma

Tanışma...


Tanışma...

       Aslında uzun zamandır buraya güzel hoş bir güncel yazı girmeyi düşünüyordum.Kafamdaki planları gelişmeleri hayatımı içine alan bir yazı.Çünkü yazmak bir yerlere bir iz bırakma ihtiyacı,hoşuna gidenleri paylaşma ihtiyacı duyuyorum yaş aldıkça.Sözler veriyorum hem kendime hem sevdiklerime uçuyorlar uçmasınlar istiyorum her şeyi yapabilecek gücüm olsun istiyorum.İlk defa içimde ki ses kalk uğraş başar diyor yılma diyor.Staj yapıyorum stajı seviyorum,kendi işimi onla bir şeyler oluşturmayı yaratmayı seviyorum.Bunları hissedeceğimi sanmadığım duygulardı hiç,ama işte insanın içinde ki o enerji güç bir amaç arıyor bir dayanak bir başlama noktası.Ve ben muhteşem bir başlama noktası buldum.İsmi sevgili...
        Bu yazı aslında uzun zaman önce yazılacaktı.Ama olan olaylar gelişmeler yüzünden hep erteledim.Çünkü her olan şey muazzam geliyordu gözüme,her gelişme daha da güzelleştiriyordu her şeyi.Fazla uzun da yazmak istemiyorum ama onu düşündüğüm zaman akan düşüncelerin önünde duramıyorum.Onlayken daha çalışkan daha düşünceli daha ilgili daha sosyal daha yürüyen kaliteli yaşayan biri oluyorum.Onun dokunuşu hayatımı komple bambaşka bir raya soktu.Onun saflığı,temizliği,güzelliği içimde derinlere gömdüğüm bu duyguların tekrar gün yüzüne çıkmasına neden oldu.Ben son 3 yıldır her gece Allah'a daha iyi bir insan olmak için dua ediyordum ve o karşıma çıktığından beri daha iyi bir insanım.Bu bir kozmik tesadüf mü yoksa o bana gönderilmiş insan formunda bir melek mi.Ben ikinci olasılığı daha kuvvetli buluyorum çünkü omuzlarından uzanan iki ışıltılı,göz alan, onu sanki yere dokunmadan yürüyor izlenimi veren kanatlara benzer uzvu ben görebiliyorum.Başkalarına garip gelen yürüyüşünün nedeni bence o iki kanadı ile bizim normal dünyamıza hala alışamamış olması.
          Siz bir melekle konuştunuz mu onun ellerini tutabilmek için aylarca içiniz yanıp tutuştu mu,peki o elleri asla bırakmamak için hava daha da soğuk olsun istediniz mi ama onun üşümesine de kıyamadığınız dan 10 dakika ne dilesem diye düşündünüz mü?Ben yaşadım ve size bu kadar saçma gelecek şey için düşündüm.Sonuçta ne oldu biliyor musunuz.Hiç soğuk olmasın istedim,ilk defa hayatım boyunca ilk kez başka birini hiç tanımadığım birini kendi isteklerim,arzularım,hayallerimin önüne koymuştum.Onu sevdiği mi ilk o gün anladım.Ve bu hikaye bir başlangıç kazandı.
          Hikayeler nasıl başlarlar,mesela evrenimizin hikayesi "Başlangıçta toz bulutları vardı" ,yada yaradılış  ne der "Başlangıçta karanlık vardı.Ve yaradan ışık olsun dedi,oldu.".Benim hikayem de başlangıçta beşiktaş vardı.Beşiktaş forması,atkısı,bilekliği ve unutmadan ön yargı.Futbolla ilgilenen kız mı futbol ne lan bu kadar fazla ilgi alanı varken bir takımı sevmek niye.Hala bu fikrim yumuşamadı hem futbolun saçma bir şey olması,kitleleri yönetmek için kullanılması bir sürü pisliği olması.Ama zor da olsa anladığım şey o bunları sevmiyordu ki.O bir ruhu seviyordu,o maç izlerken sahada koşan 11 adam değil,yüce kanatları ile süzülen kara bir kartal görüyordu.Orada huzur buluyor o kartalın kanatlarına bakıyor,onları okşamak istiyordu.Ben hala hem saçma buluyor bir de ne yalan söyleyeyim biraz kıskanıyordum.Sonra atkı düştü yere bir ders sırasında o önümde ki sırada otururken.Fark etmedi o gün o komik sakarlığı ile ilk tanışmamdı.Alsam mı görmedi mi,bana ne,başkası alır,şimdi görür.Düşünün tanımadığım biri ile konuşma aşamalarını kafamda bu kadar eleyen bir insanım.Ve o gün hayatımda ki en güzel kararlardan birini verdim.O atkıyı yerden alıp,ona uzattım.O arkasını döndüğünde o an beşiktaşlı kız  gitti,o an toz bulutu sıkışıp patladı,işte o an hayatımı sonsuz karanlığından alıp,sonsuz aydınlık verecek o ışıkla tanıştım.Muhteşem güzellikte ki bir gülümseme ve sonra ki saatler boyunca aklımdan çıkmayacak o iki ela göz.
       
      
     

15 Ağustos 2013 Perşembe

EMRE

       Ben çok kişiyi arkadaşım olarak görmem yapım yüzünden.Lisemden 3 arkadaşım var şu an görüştüğüm eski üniversitemden de 3 kendi bölümümde ise hiç yoktu yani demem o ki insan sevmem fazla hiç bir zaman o etrafında bir sürü arkadaşı olan tiplerden olmamıştım.Neyse yeni üniversite yeni bölüm yine aynı şekilde gidiyordu sınıfın arkasında o haftanın penguenini açıp okur teneffüs de bile çıkmaz orada olduğumu anlamadan benle yıllarca aynı sınıfta okuyabilirdiniz.Yine böyle bir gün onu gördüm Emreyi.
      Orada yalnız başına oturuyordu.Hiç bir şey yapmadan o zaman bilemezdim ufak bir yardıma ihtiyacı olduğunu,oysa yanına gidip merhaba desem onunla 1 ay fazla geçirebilecek tim onla 1 ay fazla muhabbet edip bir şeyler paylaşabilecektim olmadı.Ben ben olduğum için yanına gitmedim o da o  olduğu için yardım istemedi.Daha sonra ki tanışmamız bir proje yüzünden oldu grup gerektiren bir projede yalnız olamayacağım bariz olduğu için bir grup arayışı içine girdim.İsmetin girişkenliği ve daveti sayesin de gruplarında yer bulabildim.İşte Emre ile tanışmamızın hikayesi budur.Ama ben korktum Emreden gerçekten.Bakışlarından mı derse olan ciddi yaklaşımından mı yoksa 5 ay aynı sınıfta olup ta rahatsızlığından haberim olmamasından mı bilmiyorum.Emre gibi bir rahatsızlığı olup ta 5 ay bunu hissettirmemek fazla dikkat etmeyen insanlara bu gerçekten zor bir şeydir.Emre den bu yüzden korkmuştum işte.Emre asla insanlara onlardan farklı olduğunu hissettirmiyordu hatta takılmaları ile  onları kendi seviyesinde görmediği hissi uyandırıyordu.Her zaman topluluğun merkeziydi,onun insanlara ihtiyacı asla yoktu olamazdı ve insanların ona ihtiyacı olduğu yavaş yavaş hissediliyordu.İşte ben belkide korkmamıştım ona hayran olmuştum gıpta etmiştim.
      Bu yazının uzun olmasının nedeni gerçekten Emreyi 2 cümleyle anlatabilecek olamam.Her anıyı her anı buraya yazmak istiyorum.Çünkü yazdıkça onu hatırlıyor ve mutlu oluyorum.
      Dediğim gibi tanışmamız bu şekilde oldu ama hala temkinli  yaklaşıyordum insanlara kolay arkadaş edinemiyordum.İlk adım Emreden geldi yine çoğu insana teklif ettiğini bana da teklif etti ders çalışmayı tabii ki doğrusu ders çalıştırmayı.Ben de kabul ettim.Ben de ne görmüştü bilmiyorum,belki kendinden bir şey görmüştü belki ortak bir filmi oyunu seviyorduk ama benim başarmamı istiyordu.Ve ben de nedense Emre'ye ısınmıştım.Aralarda onun yanında olmak onla muhabbet etmek bir zevkti hala 50 kişilik sınıftan 40 nın ismini bilmem,gerekte görmem ama o belki 400 kişiyi tanıyordu. Emre'ye her öğlen onlarca kişi ismiyle hitap eder hatırını sorar bir şeyler danışır sigara uzatır ben içme şunu derim gazetesini getirirler,cep telefonundan cuma akşamı nerede yapılacağını konuşurdu,ben hep o anlar yanındaydım o kapıda onla duvara yaslanır geçen kızları keserdim.O anların güzelliği artık olamayacağını şu an bunları yazarken tekrar fark ettim ve inanın insanın içi çok acıyor.
       Ben hayatta hiç arkadaşımı kaybetmedim,ailemden kimseyi kaybetmemiştim.Dedem Emre'nin vefatından 1 gün sonra vefat etti.Ama ben Emre'ye üzüldüğüm kadar,onu aradığım kadar öz dedeme üzülemedim.Ben Emreyi tanıdığım için bana öğrettiği şeyler için derslerden kodlardan bahsetmiyorum,cesareti,azmi kararlılığı ,vazgeçmemesi , hayatla benden fazla barışık olması,ve ne darbe yerse yesin ne acı çektiyse çeksin sonunda ayağa kalkabilmesi bunları ben ondan öğrendim.Ve yıllar sonra kendi çocuklarıma Emre amcalarını anlatırken onlarda öğrenecekler,belki Mert abinin çocuğu olduğunda o Emre'ye de ismini aldığı kişiyi anlatırken yine böyle gözlerim dolacak şu an ki gibi.
     Ama ben şuna inanıyorum eğer bu dünyaya sınanmak için gönderildi isek Allah'ın Emre için başka sorusu kalmadığı için onun sınavını bitirdi ve onu şuan en mükemmel yerlerinden birine gönderdi bir sürü hurinin arasında şuan alem yapıyor,çünkü başka türlüsünü düşünemiyorum.Şu an hepimizin cevaplaması gereken sorular çözmesi gereken sorunlar varken o elindekileri bitirip sanki yukarıya sadece bu kadar mı elinizden başka şey gelmiyor mu  diye gururlu bir şekilde haykırıyordu.Onu böyle hayal ediyorum.Bu güzel anıyı bıraktı bana.
      Ben onun gibi birini tanımamıştım ve artık asla unutamayacağım...        
                             

26 Haziran 2013 Çarşamba

Shadow of Colossus

Shadow of Colossus

         Neden oyun oynar bir insan?Vakit geçirmek için mi yada başkalarını yenme içgüdümüzü bastırmak için,sadece birşeyler vurmak için.İşte oyunlardan nefret eden büyüklerin sorunu burda yatıyor.Neden oyun oynadıklarını hatırlayamadıkları için acaba insan çocuk olmayı unuttuğu için mi büyür yoksa büyüdükleri için mi çocuk olmayı unuturlar?
                                
         İşte bu noktada bana sorabilirsiniz sen niye oyun oynarsın.Benim cevabım hikayesi içindir.Ama sadece hikaye değil o hikayeyi yaşamak,birşeyleri başarmak kendi zekamla oyunu hazırlayan kişinin zekasını yenmek.Ne yazık ki oyun oynamayı çok basite indirgiyorlar sabahtan akşama pes oynayanlar ya da bütün gün 3 şekeri yanyana getirip patlatmaya çalışanlar.
          Neyse konumuz yine bir sanatsal çalışma kitabı kitaptan bahsetmeden önce oyunundan bahsetmeliyim.Oyunda sadece atınız,kılıcınız ve okunuzla  sizden 100 kat büyük 15 devi yenmeniz gerekiyor.Neden mi çünkü sevdiğiniz ölmüş ve siz yasak olmasına rağmen kutsal kılıcı kabilenizden çalıp büyük bir güçle anlaşma yapmayı kafanıza koymuşsunuz.O güç sunakta yatan sevdiğinizi canlandırma sözü vermiyor sadece 15 colosusu öldürmenizi istiyor.Ama siz ne olursa olsun ucunda bir belki olsa bile size söylenenleri yapıyorsunuz.Ve her devi öldürüşünüzde içinizi bir başarma hissi kaplamasını beklerken hafif bir hüzün kaplıyor.Burda oyun yönetmenini ve tasarım sorumlulurını kutlamak gerekiyor.Çünkü bu yaşamadan bilemiyceğiniz hissi çok iyi veriyorlar.
                                 
         İşte size konuyu anlattım ama etkilenmediniz ilgilenmediniz sadece hafif bir merak sardı aklınızı.Ama oyunu oynadığınızda o merak yerini aşka bırakacak çünkü bu oyun çok güzel bir hikayesi olan ama ondan da öte atmosferi ile sizi saran çok garip bir oyundur.Kitabımıza gelirsek devlerin tasarımları hikayeleri oyun içi görüntüler,farklı konsep çizimleri içeriyor.Kitap japonca,anlayamasak bile tasarımların güzelliği için şansı hakeden bir kitap ve muhteşem oyun için .

25 Haziran 2013 Salı

The Art of World of Warcraft: Mists of Pandaria

Mists of Pandaria

      Uzun bir aradan sonra yeni bir sanatsal çalışma kitabı ile karşınızdayım.World of warcraft'ın son ek paketi olan mists of pandaria'nın sanatsal tasarım kitabı uzun aramalar sonunda elime geçti.Gerek ayrıntılı anlatımı ve çizimleri ile yine muhteşem bir kitap var karşımızda.
      Kitap ek paketin koleksiyoncular için özel olarak çıkarılmış sürümü ile beraber geliyor.Toplamda 3 ana bölümden oluşuyor.Yeni bir dünya,dostlar ve düşmanlar,ekipmanlar.3 ana başlık kendi içinde bir çok alt başlığa bölünüyor.
      Bunlardan ilki yeni bir dünya,bilmeyenler için söyleyelim.Yeni ek paket ile Warcraft evreni bize yepyeni uzak doğu ezgileri taşıyan bir kıta sundu önümüze.Ve genel kanı olarak çevre dizaynı,köyleri,pandaları,dağları,tepeleri ile pandaria  şu ana kadar ki ek paketlerin en iyi dünyasına sahip.Bu bölüm giriş sinematiğinin o harika savaşında ki orc ve insanın tasarımları ile başlıyor.Ve panda olarak ilk 10 levelimizi geçirdiğimiz wandering isle ile devam ediyor.Ve devamında pandairanın 7 bölgesinin tek tek tasarımları var.Her bölgenin kendi içinde farklılığını hissedebiliyorsunuz.Bu incelemeyi yaparken oyunu oynadığım sırada ejderha bineğimle hissettiğim o naif o huzurlu anlar aklıma geldi.Çünkü yeşil ile tarihin buluştuğu bir yer pandaria ve bunu her gittiğiniz yerde hissediyorsunuz uzak doğu filmlerini beğenenler için çok güzel tasarımlar,kitap siz onu incelerken sizi pandaria da gezdiriyor resmen.